Öğle arasında bankadaki işlerimi halletmek için dışarı çıktım. Yer yer güneşli, kısmen bulutlu ama tam yürünesi, gezilesi bir hava varmış Ankara'da meğersem. İçim açıldı... Bütün gün 4 duvar arasında masa başında oturunca insan, ne kışın bittiğini, ne baharın geldiğini anlayamıyor. Şöyle sokak aralarında gezmek, kafana göre takılmak, saate bakmadan yürümek, ne kadar eskilerde kaldı... Ne kadar çok özlüyorum... Her sokak ayrı bir masaldı benim için, o sokaktaki evlerin yapılarına, pencerelerine bakardım, içlerinde yaşayanları düşünürdüm, nasıl bir manzarası olduğunu izlerdim... İş-ev-iş-ev-iş-ev... Hayat geçiyor iki nokta arasında, ne için acaba hayatımızı bu şekilde karartıyoruz ki...
Neyse işte, çıkalım melankolik havadan :) Dönerken de kendime mis kokulu bir çiçek aldım, adını 2 kez sormama ve ezberlememe rağmen şimdi unuttum :))) Begonvil miydi acaba??? Beni bulunduğum sıkıcı masamdan alıp dışarılara götürüyor...
Not: Araştırdım adı frezya imiş :)) nasıl da benziyor di mi begonvil'e :))
Ama begonvil de bodrum evlerinin duvarlarını süsleyen o muhteşem canlılıktaki çiçeğin adıymış, demek ki nerelere gitmişim de ruhen, ismi nerelerden bulup da yazmışım :)))) Pessss....