Tam 2 haftadır fabrikadayım. Çimento fabrikası, Ankara
Limak. Moralim diplerde. Her gün istifa ediyorum kafamda ama daha gerçeğe
dökemedim.
Dün akşam yıldönümü vesilesiyle zar zor 6ya doğru çıktım
fabrikadan. Gitmek istediğim kuaförde sıra vardı, yandakine gittim. Çırağın da
çırağı başladı saçımı fönlemeye, yapıştıra yapıştıra, elektriklendire
elektriklendire. Neyse astım suratımı takip ediyorum, sonuna doğru başka biri
aldı o devam etti, yoksa rezil bir şekilde çıkacaktım kıza kıza. Terslik
terslik üstüne olmak zorunda ya böyle günlerde zaten…
Gittim eve hazırlandım şık şıkıdım. Kadın olunca her fırsatı
değerlendiriyoruz şık olmak adına. Hele ki yıldönümü yemeği, özel…
Kocam geldi, üstünde kotla hadi çıkalım dedi. Bozuldum.
- Kotla mı gideceksin?
- Evet güzel değil mi böyle?
- Sıradan bir gün için güzel olabilir.
- Bence güzel ama senin için değiştireyim
dedi ve zorla kumaş pantolonunu giydi, sabahtan beri kırış
kırış olmuş ter kokmuş gömleğinin altına. Gömleğini değiştiremedi, çünkü evde
ütülü gömleği yok. Hepsi bir kenarda benim tarafımdan ütülenmeyi bekliyor. Ben
fabrikadan eve gecenin 10unda gelince de haliyle ütülenemiyor o gömlekler. Tabi
tanesini 1 tlye ütüleyen kuru temizlemeciye de nedense götürülemiyor… 8 tanesi
1 paket sigara parası, eşittir benim 1 haftalık yorgunluğum.
Neyse. Arabaya
binerken ön koltukta benim için alınmış gül buketi vardı kocaman, güzeldi.
Arabaya bindik, fonda “Dinle bu şarkı sana dinle, hııımmmm, dıtdıtdırıdırı, aaaaa
aaaaa” diyen Mahzun Kırmızıgül’ün sesi :)))))
- Benim için mi bu şarkı?
- Evet :)
- Mahzun Kırmızıgül mü?
- …
- …
- Bu şarkı senin için (Gülü susuz seni aşksız bırakmam, Zekai
Tunca) (Zekai Tunca’yı da hiç sevmem bu arada)
- Hımm, teşekkür ederim…
Böyle dinleye dinleye yemek yiyeceğimiz yere gittik. Wine
House, Rabat Sokak. Mekan çok güzeldi,
çalan şarkılar çok güzeldi, gel gelelim benim moral eksi 1000lerde, adapte
olamıyorum. Habire ağlayasım geliyor. Migrenim de tuttu mu üstüne bir de!!! Al
başına belayı. Midem bulanır bir yandan, gözlerim dolar bir yandan… Rezil ettim
geceyi yani bildiğin.
Gözlüğümü yenileyecektim, sana hediye derdi olmasın,
gözlüğümü sen al demiştim. Tabi fırsat bulup da bir gözlük bakamadık. Gözlük
bakamayınca da benim hediye olayı kalmış tabi.
- Ben sana hediye alamadım. Yani aslında gözlük alacaktım ama
o zaten hediye değil, herhangi bir zamanda da alınabilir. Ama bilmiyorum
fırsatım olmadı alamadım.
- …
Çok bozuldum ama ağlamamak adına ağzımı açmadım. Açamadım.
Ben 2 haftadır fabrikadayım, gece geç çıkıyorum, sabah yemek için ekmek bile
alamıyorum eve. Ama bir fırsat yarattım, evliliğimizin 6. ayında kaybettiği
alyansını parmak ölçüsünü hatırlamadan sipariş verdim ve bir şekilde aldım. Ve
daha önce ellerimle yaptığım bir kalbi de kutuya iliştiriverdim. Yemekten sonra
da verdim hediyesini keyfim kaçmış bir şekilde.
Tabi bu arada benim işten ayrılmamla ilgili muhabbet
sırasında kurduğu destekleyici sözlerin hakkını yiyemem, beklediğim sözlerin
hepsini söyledi, içimi çok rahatlattı. Ama hediye de olaydı iyiydi…
Velhasıl kelam, fabrika,
migren, kadının özel günü bermuda şeytan üçlemesinin yarattığı bu nahoş
depresif halle birlikte migrenim artık dayanılmaz boyuta ulaşınca, akşamı erken
sonlandırdık ve evimize gidip uyuduk…
3. senemizde önemini yitiren yıldönümünün sonraki yıllarında
da notlar düşmek üzere…
Bu yazıyı kocam okur mu okumaz mı bilmiyorum, ama okursa umarım kızmaz. Sevmez çünkü böyle paylaşımları.
Bu yazıyı şu anda okuyorsan eyy sevgili kocam, ben seni yine de çok seviyorum :)))